İNCİL’İN Temelleri
Konu 6 : TANRI VE KÖTÜLÜK
Tanrı ve Kötülük | Şeytan ve İblis | Cinler | Arasöz (Büyücülük, Cennet Bahçesinde (Aden Bahçesı) Ne Oldu?, Lusifer, İsa’nın Sınanmaları, "Gökte Savaş") | Sorular

6.3 CİNLER

Önceki iki bölümde; şeytanın ya da iblisin, kişisel bir varlık ya da canavar olduğuna neden inanmadığımızı açıkladık. Eğer böylesine varlığın olmadığını kabul edersek, o zaman bunu, şeytanın hizmetçileri olduğu varsayılan cinlerin de kesinlikle var olmadıkları sonucu izler. Birçok kişi; yaşamın tüm iyi şeylerini Tanrı’nın bize verdiğini, şeytan ve onun cinlerinin de bize kötü şeyler verdiklerini ve Tanrı’nın bize verdiği iyi şeyleri ortadan kaldırdıklarını düşünüyor gibi görünmektedirler.

İncil; Tanrı’nın tüm kudret’in kaynağı olduğunu (Bk. Konu 6.1) ve O’nun yaşantımızdaki hem iyi ve hem de kötü şeylerden sorumlu bulunduğunu, açıkça öğretmektedir:

"Ben ışığa şekil veririm; ve karanlığı yaratırım: huzur getiririm ve belâ yaratırım. Bütün bunları yapan Efendiniz Tanrı, ben’im." (Is. 45:7).

"Tanrıdan, Kudüs’ün kapısına belâ indi" (Mic. 1:12).

"Kentte bir borazan çalınır da halk korkmaz mı? Bir kentte kötülük olur da Efendimiz Tanrı onu yapmamış olur mu?" (Amos 3:6).

Bu nedenle, deneme sınavları geçirdiğimizde; onların suçunu bir şeytan ya da cinlere yüklemeden, onların Tanrı’dan geldiğini kabul etmeliyiz. Eyüp Tanrı’nın onunla bereketlendirdiği iyi şeylerin çoğunu kaybeden bir adamdı; ama o şunu demedi: "Bu cinler, Tanrı’nın verdiği her şeyi alıp götürdü". Hayır; onun ne dediğine kulak veriniz:

"Efendimiz Tanrı verdi ve Efendimiz Tanrı aldı; Tanrı’nın ismi kutlu olsun" (Job 1:21).

"Tanrı’nın elinden iyiliği alacağız da, kötülüğü almayacak mıyız?" (Job 2:10).

Bir kez bu şeylerin Tanrı’dan geldiğini anlarsak; yaşamda sorunlarla karşılaştığımızda, O’nun onları alması için Tanrı’ya yakarabiliriz; ve eğer O bunu yapmamışsa, karakterimize geliştirmek üzere ve uzun dönemde iyiliğimiz için, O’nun onları bize verdiğinden emin olabiliriz:

"Oğlum, Efendimiz Tanrı’nın terbiye edişini küçümseme; o seni azarladığında cesaretini kaybetme. Çünkü Efendimiz Tanrı, sevdiğini (cinleri değil!) terbiye eder; ve oğulluğa kabul ettiği herkesi cezalandırır. Eğer siz terbiyeye katlanırsanız, Tanrı size oğullarına davranır gibi davranır. Çünkü hangi oğul babası tarafından terbiye edilmez? Ama eğer herkesin paydaş olduğu terbiyeden yoksun olursanız, o zaman sizler gayri meşru çocuklarsınız ve oğullar değil" (Heb. 12: 5-8).

TANRI : TÜM GÜCÜN KAYNAĞI

Tanrı, tüm gücün (kudretin) kaynağıdır:

"Ben Efendiniz Tanrı’yım ve başkası yoktur; benden başka Tanrı yoktur" (Is. 45:5). Tanrı diye çevrilen İbranice sözcüğün asıl anlamı ‘güç’tür.

Tanrı dedi ki: "Benden başka bir Tanrı var mı? Gerçekten, başka Tanrı yok; ben hiçbirini bilmiyorum" (Is. 44:8).

"Efendimiz, O Tanrı’dır; O’ndan başkası yoktur" (Dt. 4:35).

Bu gibi ayetler, İncilin her yerinde defalarca yer almaktadır. Çünkü Tanrı tüm gücün kaynağıdır ve tek Tanrı’dır. Bu nedenle de O kıskanç bir Tanrı olarak bizi sık sık azarlar (örneğin, Ex. 20: 5 ; Dt. 4:24).

Tanrı, kendi halkı diğer ilahlara inanmaya başlarsa, eğer onlar O’na şöyle derse, kıskanç hale gelir: "Sen büyük, kudretli bir Tanrı’sın, ama gerçekte ben halen, onlar senin kadar güçlü olmasa bile, senden başka bazı diğer ilahlara inanmaktayım" . Bu, gerçek Tanrı’yla beraber cinlerin ve bir şeytan’ın var olduğuna inanmamamızın nedenidir. Bu, tam İsrail’in yaptığıyanlıştır. Eski Ahit’in büyük kısmı; İsrail’in O’na ilaveten diğer ilahlara da inanma yoluyla Tanrı’yı nasıl hoşnutsuz ettiklerini göstermeye ayrılmıştır. İncilden, bugün cinlere inanan kişilerin, sahte ilahlara inanmış olan İsraillilere tam olarak benzediklerini göreceğiz.

CİNLER PUTLARDIR

1 Korintliler’de Pavlus, Hıristiyanların neden bu gibi şeylere inanışla ya da puta tapmayla hiçbir ilgileri olmaması gerektiğini açıklamaktadır. İncil (yazılma) zamanında kişiler cinlere, kendi yaşamlarında ortaya çıkan sorunlara son vermek üzere tapınabildikleri küçük ilahlar olarak inanırlardı. Bu nedenle onlar tıpkı putlar gibi, cinlerin modellerini yaptılar ve onlara tapındılar. Bu, Pavlus’un, kendi mektuplarında ‘cin’ ve ‘put’ sözcüklerini neden birinin yerine diğeri geçebilir şekilde kullanmakta olduğu hususunu açıklar:

"Putperestler (Yahudi dışı uluslar, Yunanlılar) kurban ettikleri şeyleri Tanrı’ya değil cinlere kurban ederler. Cinlerle duygu birliğine sahip olmalısınız diyemem… Biri putlara kurban edilmişten size sunarsa, onun hatırı için ondan yemeyin…" (1 Cor. 10: 20,28).

Böylece putlar ve cinler, gerçekte aynıdırlar. Pavlus’un, onların "cinlere (putlara), Tanrıya değil" kurban sunmalarından nasıl söz ettiğine dikkat ediniz. Cinler Tanrı değildir; ve sadece tek Tanrı olduğuna göre, bundan cinlerin gerçek güçlerinin hiç olmadığı, onların ilah olmadıkları sonucu çıkar. 1 Cor. 8:4’de bu hususa son nokta konmaktadır:

"Putlara kurban olarak sunulan bu şeylere ilişkin olarak; biz, bir put’un ( bir cin’e eşdeğer), dünya’da bulunmayan bir şey olduğunu; ve biri dışında diğer bir Tanrı’nın olmadığını biliyoruz".

Bir put ya da bir şeytan, varlığa hiç sahip değildir. Dünya’da sadece tek bir gerçek Tanrı ya da güç vardır. Pavlus, 1 Cor. 8: 5,6’ da şu şekilde devam eder:

"İlahlar olarak adlandırılanlar olsa da …(nitekim -inanılan- çok ilahlar ve çok efendiler vardır) (tam bugünkü - bir cinin işinizi kaybetmenize neden olduğu, diğerinin karınızın sizden ayrılmasına neden olduğu, vb. - birçok cin tiplerine inanan kişiler gibi). Ama bizim (gerçek inançlılar) için, (daha önce sözünü ettiğimiz gibi, hem iyiliğin ve hem de kötülüğün) her şeyin kaynağı olan ancak tek bir Tanrı, Baba, vardır".

Yeni Ahit (yazılma) zamanlarında kişilerin cinlere, putlar ya da ‘ilahlar’ olarak inandıklarına ilişkin başka bir kanıt Acts 17: 16-18’de bulunmaktadır. Bu, "tamamıyla putperestliğe teslim olmuş", böylelikle birçok farklı puta tapınan bir kent olan Atina’da nasıl bildirimde bulunduğunu tanımlar. Halk, Pavlus’un Müjde bildirisini dinledikten sonra dedi ki : "O, yabancı (yani, yeni) ilahların (cinlerin) bir sunucusu gibi görünmektedir: çünkü o (Pavlus) İsa’yı ve onun dirilişini duyuruyordu". Böylece halk, kendilerine açıklanmış olan ‘İsa ve dirilişin’ yeni cinler ya da putlar olduğunu sandı. Eğer bu bölümün geri kalanını okuyacak olursanız, Pavlus’un bu kişilere gerçeği nasıl öğretmeye devam ettiğini göreceksiniz. Acts 17: 22’de Pavlus şunu söyler: "Sizler çok batıl inançlısınız (tam olarak, kendini cine tapmaya adamış)". Ve o, onların cinlerinin ya da putlarının içinde Tanrı’nın nasıl mevcut olmadığını açıklar. Hatırlayınız ki, Tanrı tek güç (kudret) kaynağıdır. O cinlerin içinde olmasaydı, o zaman cinler herhangi bir güce sahip olmazlardı, yani onlar var olmazlardı. Çünkü bu evrende başka bir güç kaynağı yoktur.

ESKİ AHİT ‘CİNLERİ’, PUTLARDI

Eski Ahit’e geri dönüldüğünde, ‘cinler’in putlarla aynı olduğuna ilişkin daha fazla kanıt vardır. Dt. 28: 22-28 ; 59-61, akıl hastalıklarının, putlara/cinlere tapınmanın cezalarından biri olduğunu önceden bildirmektedir. Bu, Yeni Ahit’teki, cinlerin akıl hastalıklarıyla ilişkisini açıklamaktadır. Yine de, cinler’in; günahla değil hastalıklarla ilişkili olduğu şeklinde ifade edildiğine dikkat çekelim. Mesih’in cinlere kıskançlık, cinayet, vb. şeyleri atfettiğini okumayız. İncil’in, cinlerin hastalığa neden olduğunu söylemekten çok, kişilerin bir cine/hastalığa sahip olduğundan söz ettiği de kaydedilmelidir. Dt. 32:17 ve Ps. 106:37’de, eski Ahit’in Yunanca versiyonundaki (Septuagint) daimonionsözcüğünün ‘put’ olarak kullanılması anlamlıdır; ki bu sözcük Yeni Ahit’te ‘cin’ olarak tercüme edilmektedir. Ps. 106: 36-39, İsrail’in yanlışlarını tanımlamakta ve Kenân putlarını cinlere benzetmektedir:

"Onlar (İsrail), kendilerine bir tuzak olan, putlarına taptılar. Gerçekten, onlar oğullarını ve kızlarını cinlere kurban ettiler; ve Kenân’ın putlarına kurban ettikleri oğullarının ve kızlarının kanını bile, suçsuz kanı döktüler…Böylece kendi yaptıklarıyla murdar oldular; ve kendi icatlarıyla (işleriyle) bir zina’ya gittiler.

Cinlerin, putların diğer bir ismi olduğu, tümüyle açıktır. Onların cinlere tapmaları, Tanrı tarafından, onların "kendi işlerine… kendi icatlarına" tapmaları olarak tanımlanmaktadır. Çünkü onların cinlere inanışları, insanın hayal gücünün bir sonucu idi; yarattıkları putlar onların kendi işleriydi. Böylece günümüzde de cinlere inananlar; Tanrı’nın bize ne öğrettiğinden çok, insanlar tarafından hayal gücü ile ortaya konmuş, insanlarca yaratılmış şeylere inanıyorlar.

İkinci Yasalar 32. Bölüm 15-24. Ayetler; kendi halkı cinlere inandığında Tanrı’nın tam olarak nasıl öfkelendiğini tanımlamaktadır:

"(İsrail) kendi kurtuluşunun Kayası’nı çok az takdir etti. Yabancı ilahlarla, O’nu kıskandırdılar; mekruh şeylerle O’nu öfkelendirdiler. Tanrı’ya değil cinlere, bilmedikleri ilahlara, kurban kestiler…atalarınızın korkmadıklarına… Ve O (Tanrı) dedi ki: ‘Yüzümü onlardan saklayacağım…Çünkü onlar çok inatçı bir nesildir; kendilerinde iman olmayan çocuklardır. Tanrı olmayanla beni kıskançlığa yönelttiler; boş şeyleriyle (batıl’larıyla) beni öfkelendirdiler…Üzerlerine kötülükler yığacağım" .

Böylece Tanrı cinleri, olmayan ve inanmak için batıl olan şeylerle; putlarla, mekruh şeylerle ve boş şeylerle aynı tarzda gibi tanımlamaktadır. Cinlere inanma, Tanrı’ya bir iman noksanlığını gösterir. Tanrı’nın, yaşamda hem iyiliği ve hem de kötülüğü, her şeyi sağladığı imanına sahip olmak kolay değildir. Kötü şeylerin başka birisinden geldiğini düşünmek kolaydır; çünkü, bir kez onların Tanrı’dan geldiğini söylersek, o zaman, Tanrı’nın onları alıp götüreceği ya da onların sonunda bize faydalı olacakları konusunda da imana sahip olmamızı gerektirir.

YENİ AHİT CİNLERİ

Ama şunu diyebilirsiniz: " Yeni Ahit’in cinler hakkında açıkça söz eden tüm bölümleri hakkında ne düşünüyorsunuz?"

Bir şeyi açıklığa kavuşturmalıyız: Her Şeye Kadir Tanrı’nın sözü olan İncil, kendisiyle çelişemez. Eğer biz Tanrı’nın sorunlarımıza neden olduğu ve O’nun tüm gücün kaynağı olduğu hususunu açıkça ikrar edersek; o zaman İncil, cinlerin - Tanrı’nın karşısındaki küçük ilahlar - bize bu şeyleri getirdiğini söyleyemez. ‘Cinler’ sözcüğünün Eski Ahit’te sadece dört kez geçmesi ve daima puta tapmayı tanımlaması; ama bu sözcüğün Müjde kayıtlarında çoğu zaman yer alması anlamlıdır. Bunun nedeninin, Müjde’nin yazıldığı zamanda, anlaşılamayan herhangi bir hastalığın cinlerin suçu olduğunu söylemenin o günün ifade tarzı olduğunu düşünmekteyiz. Eğer cinler gerçekten varsa ve de hastalıklarımızdan ve sorunlarımızdan sorumlularsa, o zaman Eski Ahit’te onlar hakkında daha fazla okurduk. Ama orada onlar hakkında bu bağlamda hiç okumamaktayız.

YENİ AHİTTE CİNLER

Cinlerin birinin içinden atıldığını söylemek, onun bir akıl hastalığından ya da o zamanda anlaşılmayan bir hastalıktan iyileştiğini söylemek demektir. İlk yüzyılda yaşayan halk, anlayamadıkları her şeyin suçunu ‘cinler’ denen hayali varlıklara yüklemek eğilimindedirler. Onların tıbbi bilgi düzeyleriyle anlaşılması zor olan akıl hastalıklarını çekenlerden, ‘cin’ce ele geçirilmiş’ olarak söz edilirdi. Eski Ahit zamanlarında, kötü ya da kirli bir ruh, hastalıklı bir akıl durumunu ifade ederdi (Jud. 9:23 ; 1 Sam.16:14 ; 18:10 ). Yeni Ahit zamanlarında, kötü ruh’ça/cin’ce ele geçirilme şeklindeki ifade tarzı, akıl hastalığı çekenleri ifade etmek üzere ortaya çıkmıştı. Cinler ve hastalık arasındaki ilişki, şu ifade tarafından da gösterilmektedir: "Onlar cinlerce ele geçirilmiş birçok kişiyi ona (İsa’ya) getirdiler; ve O (İsa), kötü ruhları bir sözle kovdu… ki bu (Eski Ahit’te) İşaya peygamber tarafından söylenen şu sözün yerine gelmesi için oldu: ‘Güçsüzlüklerimizi kendisi aldı; ve hastalıklarımızı yüklendi’" (Mt. 8: 16,17). Böylece insanın güçsüzlükleri ve hastalıkları, cinlerce ve kötü ruhlarca ele geçirilmiş olmakla aynı olmaktadır.

Halk İsa’nın deli olduğunu düşündü; ve bunun nedeninin onda bir cin olduğundan söz etti: "Onda bir cin var ve (o) delidir" (Jn. 10:20 ; 7: 19,20 ; 8:52 ). Bu yüzden, onlar cinlerin çılgınlığa neden olduğuna inandılar.

‘Cinlerce ele geçirilmiş’ kişiler iyileştirildiklerinde; onların kendi ‘sağlam belleklerine’ geri geldikleri (akıllarının başlarına gelmiş olduğu) söylenir (Mk. 5:15 ; Lk. 8:35 ). Bu; ‘cinlerce ele geçirilmiş (cin çarpmış) olmanın, birinin akılca hasta olduğunu, yani kendi sağlıklı belleklerinde olmadıklarını (akıllarının başlarında olmadığını) söylemenin diğer bir yolu olduğu anlamına gelir.

"Cinlerce ele geçirilmiş olan’ kişilerin, ‘iyileştirildiği’ ya da ‘tedavi edildiği’ söylenmektedir (Mt. 4:24 ; 12:22 ; 17:18) ; ki bu cin’li olmanın, hastalığın diğer bir tanımı olduğu anlamına gelmektedir.

Luka 10. Bölüm 9. Ayette; İsa 70 müridine dışarı çıkmalarını ve yaptıkları gibi hastaları iyileştirmelerini söyler. Onlar geri geldiler ve dediler ki: "Senin adın yoluyla cinler bile bize boyun eğmektedir" (Lk. 10: 17) - yine cinler ve hastalık eşit sayılmaktadır. Müritler bazen, İsa adına halkı tedavi ettiler; ve burada bunun bir örneğine sahibiz (şunlara da bakınız: Acts 3:6 ; 9:34).

GÜNÜN İFADE TARZI

Bu şekilde, Yeni Ahit’te; eğer onlar akılca hasta iseler ya da hiç kimsenin anlamadığı bir hastalıkları varsa, böyle bir kişiyi cinlerce ele geçirilmiş olarak tanımlamanın, o günün ifade tarzı olduğunu görmekteyiz. Aynı çağdaki Roma ve Yunan kültürel inanışı da, cinlerin kişileri ele geçirerek akıl hastalığı yarattıkları şeklindeydi. Cinlerin varlığına inanan Hıristiyanlar, gerçekte bu alanda o çağdaki putperest inanışların tam olarak doğru olduğunu söylüyorlar. İncil, halkın anlayabileceği bir ifade tarzında yazılmıştır. Onun o günün ifade tarzını kullanmış olması nedeniyle, İncil’in ya da İsa’nın cinlere inandığı anlamı ortaya çıkmaz. Aynı şekilde İngilizcede de, akıl hastası olan birini tanımlamak için ‘lunatik’ sözcüğünü kullanırız. Gerçekte o, "ay’dan bilinci etkilenmiş’ kişi anlamına gelir. Yıllar önce halk; eğer bir kişi geceleyin parlak bir ay olduğunda dışarıya yürüyüşe çıkarsa, bilincinin ay tarafından etkilenebildiğine ve akıl hastası olunduğuna inanırdı. Biz bugün bu sözcüğü çılgın olan birisini tanımlamakta kullanmaktayız; ama bu, çılgınlığa ay tarafından neden olunduğuna inandığımız anlamına gelmez.

Bu sözcükler bir yere yazılsaydı ve 2000 yıl sonraki zamanda tekrar okunsaydı - eğer İsa da geri gelmemiş olsaydı -, halk muhtemelen bizim ay’ın çılgınlığa neden olduğuna inandığımızı düşünürdü. Ama onlar yanılırlardı; çünkü biz tamamen günümüzün ifade tarzını kullanmaktayız, tıpkı İsa’nın 2000 yıl önce yaptığı gibi. Benzer şekilde belli bir kalıtsal (sinir) hastalığı (vücudu titreten ve sıçratan bir hastalık) "Aziz Vitus’un Dansı" , ne Aziz Vitus diye biri tarafından ve ne de dans etmeyle ortaya konmuştur; ama günün ifade tarzının kullanımı ile biz ona ‘Aziz Vitus’un Dansı’ demekteyiz. İsa Mesih’in Aralığın 25’inde doğmadığı açıktır; ama yine de mevcut bazı yazarlar, bizim o günü Mesih’in doğum günü olarak kutlamamamız gerektiğine inanmamıza rağmen, o günden söz ettiklerinde halen (alışkanlıkla) ‘Noel günü’ terimini kullanmaktadırlar. Haftanın günlerinin isimleri de putperestlerin puta tapmalarına dayanmaktadır. Örneğin: ‘Pazar’, güneşe tapınmaya adanan gün; ‘Cumartesi’, Satürn gezegenine tapınılması gereken gün idi; Pazartesi de ay içindi, vb. Bu isimlerin kullanımı, aslında bunların mevcut dilimize putperest inanışta olanlarca kazandırıldığından dolayı, bu inanışları paylaşmakta olduğumuz anlamına gelmez. ‘İnfluenza’ da günümüzde yaygın kullanılan benzer bir terimdir. O tam olarak ‘cinlerce (yıldızlarca) etkilenmiş’ anlamına gelir. Danyal, bir putperest ilahını yansıtan bir isim olan ‘Belteşatsar’ ile yeniden adlandırıldı. Dan. 4:19’daki vahiyle gelmiş kayıt, bu sözcüğün yanlış düşünceyi yansıttığına işaret etmeksizin, ona ‘Belteşatsar’ adını vermektedir. Gerçekte onun bir ‘baba’ olduğuna inanmanın yanlış olduğunu düşünmekle birlikte (Bk. Mt. 23:9), birinin kimliğini saptama aracı olarak (baba anlamına gelen) ‘Papa’dan (yada papaz için Father) söz ederim.

Hezekyel zamanında, İsrail ülkesinin, içinde yaşayanlara felaket getirdiği şeklinde bir efsane vardı. Bu doğru değildi ve yine de Tanrı, bir zamanlar gözde olduğu görüşüyle İsrail’i düşünürdü: "Efendimiz Tanrı şöyle diyor: ‘Madem ki sana adam yiyen ve ulusunu (çocuksuz) bırakan ülkesin diyorlar; bundan ötürü sen (ülke) artık adam yemeyeceksin…Efendimiz Tanrı’nın sözü" (Ez. 36: 13,14). Deniz’in dünyayı yutmak isteyen büyük bir canavar olduğu şeklinde yaygın bir putperest kavramı vardı. Bu açıkça gerçek dışı olmakla beraber, İncil bu sembolü, sunulan görüşü ilk okuyuşta kavramaya yardımcı olmak üzere, sık sık kullanır (Bk. Job 7:12 -Moffat’ın çevirisi- ; Amos 9:3 (Moffat) ; Jer. 5:22 ; Ps. 89:9 ; Hab. 3:10 ; Mt. 14:24 -Yunanca metin- ; Mk. 4:30). Asur mitolojisi, bu asi deniz canavarına ‘Rahab’ derdi; ve bu aynen, Is. 51:9’daki Mısır’ın deniz canavarına verilen isimdir.

İncil’in Tanrı tarafından vahiy’le indirildiği göz önüne alınırsa, İncil’in, onun yazıldığı zamanda geçerli olan temelde putperest etkilerini yansıtıyor olması olası değildir. Muhtemelen Tanrı; kendinin gücün son kaynağı olduğunu göstermek üzere, bilinçli olarak o zamana ait (diğer) inançlara dokundurma yapmaktadır. O, denizin ‘canavar’ını kontrol eden, böylece ona kendi isteğini yaptıran, tek kişidir. Böylelikle Tanrı, bu gibi kişilerin dünyada işlemekte olan güçler olup da Tanrı’nın kontrolüne tabi olmayan ve bu nedenle mantıki sonuç yoluyla kötü olan inanışlarının temel hatalarını düzeltti. Bununla beraber, İncil bu sefer de, denizde pusuya yatmış büyük bir canavarın olduğu ya da denizin bir canavar olduğu şeklindeki inanışın aptallığını kötülemek için özel işlem yapmamaktadır.

Diğer bir örnek, şimşek ve fırtına bulutlarının tanımlamasının, bir ‘hilekâr (kaygan) yılan’ gibi olmasıdır (Job 26:13 ; Is. 17:1). Bu, açıkça; şimşeğin ve korkutucu bulut oluşumlarının büyük bir yılanın gerçek görünümleri olduğu hakkındaki o zamanın putperest inanışına gönderme yapmaktadır. Bu ifadeler, böylesi bir görüşün aptallığını açığa vurmamakta ya da bilimsel açıklamaya kalkışmamaktadır. Bunun yerine, bunlar, Tanrı’nın bu şeyleri kontrol ettiği hususunu ortaya koymaktadır. Mesih’in, cinlere olan yaygın inanca karşı tutumu, bu görüşe benzerdir; onun mucizeleri Tanrı’nın gücünün, ‘cinler’ denenlere ilişkin insanların batıl inançları tarafından kontrol edilemeyen, mutlak ve tam olduğunu gösterdi. Yeni Ahit’in ‘cinler’ kayıtlarının böylesine varlıkların gerçekten olduğunu kanıtladığına inanan kişiler, deniz’in gerçekten bir canavar olduğunu ve şimşeğin aslında büyük bir yılan olduğunu kabul etmeye mecbur olurlar. İncil’in, yazıldığı günlerdeki ifade tarzını, bu ifade tarzının temelini oluşturan inanışları zorunlu olarak desteklemeksizin kullandığı hususunun kabul edilebilmesi, kesinlikle önemli bir noktadır. Biz, kendi ifade tarzımızın da aynı olduğunu gösterdik. İncil; Konu 6.1 ve 6.2’de dikkate aldığımız temel gerçekler grubunu doğrulamak üzere, bunu yapar. Ki Tanrı tüm gücün kaynağıdır; O, bizim (yaşamdaki) deneme sınavlarımızdan sorumludur; günah içimizden kaynaklanır. Bütün bu şeyler, (bizi her şeyden) korumak üzere Tanrı’nın gücünün değerini bilmek yoluyla anlaşılabilir. ‘Yüksek eleştirmenler’ geçinenler, sürekli olarak; Kutsal Yazıların ifade tarzı ile, İncilin esinlenildiği ve kaydedildiği çevredeki kültürlerin inançlarının ve görüşleri arasında, sürekli olarak bağlantılar keşfediyorlar. Bunlar, İncil’in mahalli inançlara gönderme yapılabilecek ifade tarzını kullandığı, ancak bunu; tek gerçek Tanrı olan, peygamberin ağzından yeni çıkan esinlenmiş sözcükleri ilk okuyanlarca, insanların önemsiz inançlarından çok daha büyük olduğu bilinen Yahwehe işaret etmek üzere yaptığı kavrandığında anlaşılabilir.

Bu husus bellekte tutularak; dil düzeltilmeden, o günkü ifade tarzının Yeni Ahit’teki kullanımlarına ilişkin kaç tane örnek bulunabildiği şaşırtıcıdır. Bazı örnekler şunlardır:

  • Ferisi’ler İsayı, Baalzebub denen sahte bir ilahın gücü vasıtasıyla mucizeler yaptığından, suçladılar. İsa dedi ki: "Eğer ben cinleri (cinler kralı) Baalzebub vasıtasıyla kovuyorsam, sizin çocuklarınız (adamlarınız) onları kimin vasıtasıyla kovuyorlar?" (Mt. 12:27). 2 Kings 1:2, Baalzebub’un Filistilerin (Ekron) sahte bir ilahı olduğunu bize açıkça bildirmektedir. İsa şunu söylemedi: "Şimdi bakın, 2 Kings 1:2 Baalzebub’un sahte bir ilah olduğundan söz etmektedir; böylece sizin suçlamanız doğru olamaz". Hayır, o sanki Baalzebub varmış gibi konuştu; çünkü o, mesajını bildirimde bulunduğu kişilere ulaştırmakla ilgilenmekteydi. Böylece İsa aynı tarzda, cinlerin kovulması hakkında söz etti - o şunu söylemeye devam etmedi: "gerçekte onlar yoktur’. O, günün ifade tarzı ile, sadece Müjde’yi bildirdi.
  • Acts 16: 16-18’deki, Luka’nın esinleme altındaki sözleri şöyledir: "karşımıza bir Piton’un ruhuna (falcılık ruhuna) sahip bir (köle) kız çıktı". Diaglott versiyonunda dipnotta açıklandığı gibi, Piton ilk yüzyıl sırasında inanılan, muhtemelen (Yunan mitolojisinde) ilah Apollo zamanındakiyle aynı olan, sahte bir ilah’ın ismi idi. Öyleyse Piton kesinlikle var olmamıştı. Ama Luka kızın "gerçekte var olmayan, bu arada, sahte bir ilah olan Piton’un bir ruhu tarafından ele geçirildiğini" söylememektedir. Aynı şekilde Müjde, İsa’nın kovduğu cinlerin, bu arada, gerçekte var olmadıklarını söylemez; o tamamıyla hastalıklar için o günkü ifade tarzıdır.
  • Lk. 5:32, İsa’nın kötü Yahudilere şunu söylediğini kaydetmektedir: "Ben doğru kişileri çağırmaya gelmedim…". O, şu sonucu çıkarmaktadır: ‘Ben, kendilerinin doğru olduğuna inananları çağırmaya gelmedim’. Ama İsa onlara, teknik olmakla birlikte, onların kendi deyimleriyle konuşur; o, doğru olmayan bir ifade tarzını kullanmaktadır. Lk. 19: 20-23, İsa’nın benzetmede onunla ilgili akıl yürütürken, bir-talent’lik adamın gerçek olmayan sözlerini kullandığını, ama onun adamın kullandığı yanlış sözleri düzeltmediğini göstermektedir.
  • İncil sık sık güneş’in doğuşundan ve batışından söz eder. Bu onu ifade etmede insani bir tarzdır; ama bilimsel açıdan doğru değildir. Benzer şekilde, hastalıktan, cinler şeklinde teknik olarak doğru olmayan tarzda söz edilir. Acts 5:3, Hananya’nın Kutsal Ruh’a nasıl yalan söylediğinden söz eder. Aslında bu bir olanaksızlıktır; yine de, olmamış olsa bile Hananya ne yapmayı düşündüyse, ondan gerçek olarak söz edilmektedir.
  • İncilde; onun yazıldığı zamanda anlaşılabilir olan, ancak şu anda bize alışılmamış gelen ifade tarzına ilişkin çok sayıda örnek bulunmaktadır. Örneğin, ‘deriye karşı deri’ (Job 2:4), derilerin eşdeğer kıymet (para gibi) olduğu eski ticari uygulamayı çağrıştırmaktadır; Dt. 23:18’de bir erkek fahişe bir ‘köpek’ olarak adlandırılmaktadır. Cinlerin ifade tarzı, diğer bir örnek’tir.
  • Mesih’in günündeki Yahudiler, İbrahim’in torunları olduklarından, kendilerinin doğru kişiler olduklarını düşündüler. Bu nedenle İsa onlara şöyle hitap etti: "doğru kişiler" (Mt. 9: 12,13). Ve dedi ki: "Sizin İbrahim’in soyundan olduğunuzu biliyorum" (Jn. 8:37). Ama o, oldukça sık açıkladığı gibi, onların doğru olduklarına inanmadı; ve onların İbrahim’in soyu olmadıkları şeklindeki kendi akıl yürütme tarzını Jn. 8: 39-44’de, net bir şekilde gösterdi. Böylelikle İsa, halkın inançlarını hemen onlara karşı çıkmaksızın, göründüğü gibi kabul etti; ama onların yerine geçecek gerçeği de gösterdi. Eski Ahit zamanlarında yaygın olan putperest inanışlar ile ilişkide olmanın Tanrı’nın yaklaşımı olduğunu gösterdik. Yeni Ahit zamanlarında Mesih’in cinlere karşı tutumu da aynı idi; hastalıkları iyileştirmede Her Şeye Kadir güce Tanrı’nın sahip olduğu göz önüne alındığında; İsa’nın yapılması Tanrı tarafından sağlanan mucizeleri, hastalıklara diğer bir güç tarafından değil de Tanrı tarafından neden olunduğu hususunda büyük ölçüde nettir.
  • Pavlus, belli bütünlükte düzenli ve benzer İncil-dışı saçmalıklar üreten meşhur Yunan şairlerinden, şairlerin düşüncelerine inananların kafasını karıştırmak üzere, alıntı yaptı (Tit. 1:12 ; Acts 17:28). İşaret etmek istediğimiz, Pavlus’un yanıtlarının somut örneği olan, "bilinmeyen Tanrı’ya" tapınmak üzere ayrılmış bir sunağın bulunması; yani, herhangi bir putperest ilahının olabildiği, ama Atina halkının onu görememiş olduğudur. Buna inanma aptallığını gösterdiklerinden onları azarlamak yerine, Pavlus onları, bilmedikleri tek gerçek Tanrı’ya, kavrayacakları yerden yönlendirmiştir (Acts 17: 22,23).
  • Eph. 2:2 "havanın gücünün (egemenliğinin) hükümdarı" sözünü eder. Bu açıkça, Pavlus’un okuyucularının bir zamanlar inandıkları şeyin türü olan, Zoroaster (Zerdüşt) mitolojik kavramlarını çağrıştırmaktadır. Pavlus, onların bir zamanlar "havanın gücünün hükümdarı’nın" egemenliği altında yaşadıklarından söz etmektedir. Aynı ayette, Pavlus bunu şu şekilde tanımlar: doğal insanlarda "işleyen ruh (belleğin tavrı)". Onlar önceleri putperestlikteki göksel bir ruh hükümdarı kavramına inanmışlardı; ki o anda, biçimsel olarak tabi oldukları gücün gerçekte kendi kendi kötü belleklerininki olduğuna işaret etmektedir. Böylece, putperest görüş; sonunda günaha ilişkin gerçeği göstermekle beraber, en başta eleştirilmeksizin, gerçeği çağrıştırmakta ve onun sözünü etmekte kullanılmaktadır.
  • Acts 28: 3-6, eline yapışan öldürücü bir yılanın, Pavlus’a nasıl saldırdığını tanımlar. Çevredeki kişiler, Pavlus’un "adaletin (intikamın) yaşamasına izin vermeyeceği" bir katil olduğuna karar verdiler. Onların durumu anlayışları tamamıyla yanlıştı. Ama Pavlus bunu onlara ayrıntılı olarak açıklamadı. Bunun yerine; onu ısırmaksızın, yılanı silkip atarak bir mucize yaptı.
  • İsa’nın mucizeleri, mahalli görüşlerin hatasını açığa vurdu - örneğin, cinlere ilişkin olanı, pek çok sözcükle onları düzeltmeksizin. Böylece, Lk. 5:21’de Yahudiler iki hatalı ifadede bulundular; ki İsa’nın Tanrı’ya karşı bir küfürbaz olduğu ve sadece Tanrı’nın günahları affedebileceği şeklinde. İsa onları sözel olarak düzeltmedi; bunun yerine, bu ifadelerin yanlışlığını kanıtlayan bir mucize gerçekleştirdi.
  • İsa’nın, eylemlerin sözcüklerden daha yüksek sesli olduğuna inandığı, açıktır. O, yanlış görüşleri doğrudan doğruya hemen hemen hiç eleştirmedi. Bu nedenle Musa’nın şeriatını, kurtuluşu sunmaya muktedir olmadığı şeklinde alenen suçlamadı. Ama eylemleri yoluyla, örneğin Sebt (dua) günü şifa dağıtarak, gerçeğin ne olduğunu gösterdi. Bir Samiriyeli olduğu hakkında haksız yere suçlandığında; İbrahim’in soyu olarak onun Yahudiliği Tanrı’nın kurtuluş planı için çok önemli olmasına karşın, İsa bu ifadeyi yalanlamadı (Jn. 8:48,49 krş. 4: 7-9).
  • Yahudiler İsa’nın kendisini "Tanrı’ya eşit hale getirdiğini" (Jn. 5:18) gibi (kasıtlı olarak) yanlış bir sonuca ulaştıkları zaman bile, İsa onu açıkça yalanlamadı; bunun yerine, mucizelerinin onun Tanrı’nın adına faaliyet gösteren bir adam olduğunu gösterdiğini ve bu nedenle Tanrı’yla eşdeğer olmadığını etkili biçimde tartıştı. İsa’nın mucizeleri, aynı şekilde cinlere inanışın hatasını da gösterdi. Mesih’in kötürüm adamı havuzda iyileştirme mucizesi, Fısıh bayramı esnasında ona şifa verici nitelikler vermek üzere bir meleğin Beytesta havuzuna dokunduğu şeklindeki Yahudi söylencesinin aptallığını göstermelidir. Bu söylence, onun doğruluğu doğudan doğruya yalanlanmaksızın kaydedilmektedir; Mesih’in mucizesinin kaydı, onun yanlışlığının ortaya çıkarılmasıdır (Jn. 5:4).
  • 2 Pet. 2:4, kötü kişilerin (çoğu versiyonda ‘cehennem’ olarak tercüme edilen) Tartarus’a gideceklerinden söz etmektedir. (Yunanca’da) Tartarus, yeraltında efsanevi bir yerdi. Yine de Petrus bu kavramı düzeltmemekte; ama daha çok, onu; günah için tam yok olma ve cezalandırma’nın bir sembolü olarak kullanmaktadır. Mesih’in kullandığı Gehenna, buna benzerdi (Konu 4.9’a bakınız).

CİNLER GERÇEKTEN HASTALIKLARA NEDEN OLURLAR MI ?

Cinlerin var olduğuna inanan herkes, kendilerine şu soruyu sormak zorundadırlar: "Ne zaman hasta olsam, ona cinler tarafından mı neden olunmaktadır?". Yeni Ahit ifadelerinin, cinlerden kötülük yaparak etrafta dolaşan küçük ilahlar olarak söz ettiğini düşünmekteyseniz, o zaman buna ‘evet’ demek zorundasınız. Bu durumda, cinlere yüklenen çok sayıda hastalığın şu anda ilaçlar tarafından tedavi ya da kontrol edildiği gerçeğini nasıl açıklayabilirsiniz? Sıtma klasik bir örnektir. Afrikadaki çoğu halk son zamanlara kadar, sıtma’ya cinler tarafından neden olunduğuna inanırdı; ama biz sıtmanın kinin ve diğer ilaçlarla tedavi edilebildiğini biliyoruz. Öyleyse, cinlerin; boğazınızdan aşağı gitmekte olan küçük sarı tabletleri gördüklerinde, korktuklarını ve kaçtıklarını söyleyebilir misiniz? İsa’nın iyileştirdiği hastalıklardan bazıları de cine tutulma’nın sonucu olarak tanımlanmaktadır. Bunların bazıları tetanos ve sara olarak nitelendirilmektedir; ki her ikisinden de ilaçlarla kurtulunabilir.

Uganda’da Kampala kentinin hemen dışındaki bir köyden gelen arkadaşlarımdan biri, bize bir zamanlar halkın sıtmaya cinler tarafından neden olunduğuna inandığını, ama bir kez ilaçların onu öylesine kolayca kontrol ettiğini gördüklerinde, cinlere suç yüklemeye son verdiklerinden söz etti. Fakat yine de birisi (ciddi akıl hastalığına neden olan) beyin sıtmasına yakalandığında, onlar halen cinleri suçlamaktadırlar. Yakındaki kentten gelen bir doktor, bir şifa olarak onlara sıtmaya karşı kuvvetli ilaçlar sundu; ama onlar bunu reddettiler. Çünkü, sıtmayla değil, cinlerce savaşacak bir şeylere gereksinim duyduklarını söylediler. Doktor daha sonra geri geldi ve dedi ki: "Cinleri kaçıracak bir ilacım var". Böylelikle hasta kişiler ilacı istekle içtiler ve daha iyi oldular. Burada ikinci olarak verilen tabletler, birincilerle tamamen aynıydı. Doktor cinlere inanmıyordu; ama halka sesini duyurmak üzere günün ifade tarzını kullandı - tıpkı "büyük Hekim", Efendimiz İsa’nın 2000 yıl önce yaptığı gibi.


  Back
Home
Next